Alaa Alhassoun: Sürgünde bir Sanatçı
Alaa’yla ilk karşılaştığımda bir nebze sessiz ve mülayim bir insan intibasını uyandırdı. Bunun nedeni, bir ölçüde, (benim de dahil olduğum) arkadaş grubumuzun, çoğunlukla ağzı laf yapan ve son derece fikir sahibi insanlardan oluşmasıydı. Görünen o ki, din, siyaset ve tarih çevresinde dönen muhabbetimiz, onu pek bir şey söylemeye teşvik etmemişti. Konu sanata gelir gelmez, onun tutkuyla canlanmasına şahit oldum.
Alaa sanata ussal bir tavırla yaklaşıyor. Daha önce de işleri hakkında kesin fikirlere sahip kişilerle konuşmuştum: “sanat para için olmamalı, abicim” diyerek sanat eğitiminin ticarileşmesini protesto eden sanat okulu öğrencileriyle ya da demode olduğu bahanesiyle, en ufak bir zanaatkarlık/ emaresine dudak büken kavramsal sanat züppeleriyle konuşmuştum. Fakat sanat görüşünün kişiliğine, Alaa’da olduğu kadar sıkı sarıldığı hiç kimseyi görmemiştim. Daha önce tanıştığım çoğu sabit fikirli sanatçı, fikirlerine yakışan bir karakter benimsemiş gibilerdi. Duruma bağlı olarak, ya açlıktan ölen bir dehanın bitli hırkasını ya da havalı gurunun minimalist kıyafetlerine bürünüyorlardı Alaa, her daim sanat dünyasının pozlarının dışında kalmayı tercih etti.
Alaa’nın başlıca iki takıntısı var: biri, her tablonun ne kadar şeyi açığa vurduğu konusunda çok sıkı bir kontrol uygulamak; diğeriyse yeni bir şeye evrilmek için duyduğu daimi açlık. Görünüşte Alaa’nın sanatı, Batı’nın sanat-tarihsel soyut resim geleneğine güzelce oturuyor. Fakat dışavurumculuk ve gerçeküstücülük gibi insan ruhunun derinliklerini açığa çıkarmakla ilgilenen sanat hareketlerinden farklı olarak Alaa’nın sanatı,kendi içindekileri gizlemekle meşgul. Alaa, memleketi Halep’ten ayrıldığından beri Kahire, Gaziantep ve İstanbul’da yaşamış ve çalışmış. Her şehrin kendine göre sorunları var, ve İstanbul’un sanat dünyasına girdiğinden beri karşılaştığı en temel zorluk, tablolarına bakıp ona “Savaş nerede?” diye soran insanlar olmuş.
Alaa, bir ölçüde ‘savaş’ kelimesinin yanlış kullanımından tedirgin olduğu için bu soruya gergin bir şekilde burun kıvırıyor. Alaa gibi Esad rejiminin zulmüne ilk elden şahitlik eden birçoklarına göre, Suriye’de olanlar sadece bir savaş değil, ayrıca bir devrim de. Türk sanat simsarlarının konudan bihaber gözlerinin, resimlerindeki ‘savaş’ı seçememesinden açıkça gurur duyarak kıkırdıyor. “Nasıl orada olamaz, yani?” diyor dalgın dalgın, “benim bir parçam.” Yüzeysel referanslar yaparak ne anlaşmazlığı ne de kendi sanatını ucuzlatmamış olmaktan memnun. Akranı sanatçıların birçoğunun, sanatlarını medyanın ilgi odağı yapmak için kargaşayı sansasyonel hale getirerek kolay yolu izlemeyi seçtiğini belirtiyor. Halep’te enkazın içinden çıkarıldıktan sonra ambulansta fotoğrafı çekilen Omran Daqneesh’in dramatik tabloları, veya dünya liderlerinin mülteci kılığında tasvir edilmesi onu heyecanlandırmıyor.
Alaa böyle melodramatik sansasyonalizmi tanımlamak için doğru kelimeyi bulmaya çalışıyor ve İngilizce tercümeye ulaşmabilmek için telefonunu karıştırıyor. Sonunda başaramayarak mırıldanıyor: “Musibet.” M harfiyle başlayan birçok başka kelime gibi bu da Arapça ve Türkçe’de ortak bir sözcük. Kabaca ‘felaket’ olarak tercüme ediliyor ve genellikle hastalık ve kaza gibi beklenmedik ve talihsiz olayları tanımlamak için kullanılıyor. Gerçek bir soyut sanatçı gibi, tüm figüratif resmi, sanat dünyasının başına gelen bir musibet olarak gördüğünü açığa vuruyor.
Figüratif resim hakkında Alaa’nın canını sıkan tek şey melodramatik eğilimler değil; o, bu tür sanatı genel olarak önceden planlanmış ve durgun buluyor. “Başladığımda bir resmin neye benzeyeceğini nereden bilebilirim ki, yani?” diye soruyor küstahça, birçok sanatçının bunu gerçekten bildiğinin tamamen farkında olarak. Saygısızca olsa da, daimi bir değişim hâlinin, Alaa’nın hayatı ve kişiliğinin can alıcı bir parçası olduğunu görmek pek zor değil. Sadece yerinden olma deneyimi bile onun dünyasına sayısız fikir, şekil ve renk katmış. Cihangir’deki bir pastanenin balkonunda otururken köşe başındaki kiosku göstererek diyor ki: “Mesela şu sarı renk, Suriye’de bunu hiç görmedim.”
İmha ettiği tabloların miktarı Alaa’nın değişim takıntısına tanıklık ediyor. Atölyesini ziyaret ederek, orada önceden görmüş olduğum bir tablonun akıbetini sorduğum çok oldu. Birçok defalar cevap, zayıf bir ıslık sesi ve ufak bir karate vuruşu hareketiydi, bu da Alaa’nın ilerleme uğruna tabloyu kurban ettiği anlamına geliyordu. Onunla tanıştığımdan beri o kadar çok resim imha etti ki, bunun bir tür ritüel olduğundan şüphelenmeye başladım. Yarı yolda fikrini değiştirmekten korktuğu için asgarî bir merasimle, çabucak icra edilen bir ritüel.
Alaa’nın işleri İstanbul’da büyük ilgiyle karşılandı. Galeri Artist Çukurcuma’daki kişisel sergisi Bashamoora müthiş bir başarı elde etti ve kendi de daha sonraları, hem Türkiye’de hem de Avrupa’da pek çok karma sergiye katıldı. Bir yıldan uzun süre küçük ebatlı suluboya resimler denedikten sonra, şimdi, devâsa siyah beyaz tuvallerinden farklılaşan yeni bir yağlıboya serisini tamamlamak üzere. Tutucu görüşlü kuşkucular onu şimdiden, özgün tarzından fazla uzaklaşarak risk almaması konusunda uyardılar, onun cevabıysa çok net: “Ne yapayım yani? Hep aynı şeyi çizemem ki.”
Alaa'nın işlerini görmek için Facebook veya Instagram sayfasından takip edebilirsiniz