Götünden Atmak: Kiev, Beyrut ve İstanbul’dan Seks İşçiliği Söylemleri
İllüstrasyon: @goykudogan
Çeviren: Aslı Altınışık
Yaklaşık bir yıl önce, Ukrayna’nın bağımsızlığının yıl dönümünde, Kiev’deki bir parkta küçük bir feminist eyleme denk geldim. Ülkedeki fuhuşu sözde ‘Nordik Model’i destekleyerek frenlemeyi amaçlayan bir eylemdi. ‘Seks müşterisi yasası’ da olarak bilinen bu modelin Ukrayna versiyonunda, seks işçileri tutuklanmak yerine para cezasına çarptırılıyor. Yasal suçun büyük bir kısmını da, seks işçisini talep eden müşterinin üzerine hapis cezası olarak yıkıyor. Bu model, İsveç, Danimarka, İzlanda, Kuzey İrlanda, Kanada, Fransa ve İrlanda’da yürürlüğe girdi. Ülkeler arasında küçük değişiklikler olsa da, Nordik Model piyasadan çıkmak isteyen seks işçilerine psikolojik destek ile eğitim ve barınma sağlıyor. Modeli savunan bir gruba göre, modelin amacı mücrim yaratmak değil, “davranışları değiştirmek.”
Protestonun başlamasından birkaç dakika sonra başka bir kadın grubunun ortaya çıkmasıyla tansiyonun yükseldiğini hissettim. Red Umbrella Fund (Kırmızı Şemsiye Fonu) isimli uluslararası kuruluşun üyeleri olarak seks işçiliğinin iş olarak kabul edilmesini, işçi haklarını ve seks işçilerinin kendi kaderlerini tayin hakkını destekliyorlardı. Grubun temel değerleri arasında seks işçiliğinin yasal baskıya maruz bırakılmasına veya mücrimleştirilmesine karşı çıkmak var – Nordik Model’i savunan kadınların protestosu sırasında parka gitmelerinin temelinde de muhtemelen bu yatıyor.
Feminist bir protestoya, koruduklarını iddia ettikleri kadınların ta kendisi tarafından karşı çıkılmasını gözlerimle görmek bana karanlık bir şekilde gülünç geldi. Tecrübesiz ve bilgisiz pek çok beyaz gazetecinin Beyrut ve İstanbul’da her türlü konuda makalelerini yayınladığına şahit olduğumdan, aynı oyunu kendim de oynayabileceğime karar verdim ve kendimi bir gazeteci gibi tanıttım. Kiev’in “özgür” atmosferini karşılıklı “fuhuş tecavüzdür” ve “ekmeğimizi istiyoruz” nidaları doldururken ben röportajlar yaptım.
Önce Kırmızı Şemsiye grubuyla konuştum. Yüzlerinde kocaman gülümsemelerle üç kadın beni karşıladı ve röportaj talebimi kabul ettiler. Eskiden bir seks işçisi olan Tatiana, şimdi küçük bir işletme sahibi ve seks işçileri hakları aktivisti. İstihdamın çoğunlukla meyve bahçelerinde ağır işlerde çalışılarak sağlandığı ve yevmiyenin 1 dolardan az olduğu kırsal bir kesimden gelmiş. Nordik Model’in, yakalandıkları takdirde kadınların para cezasını ödemek için tekrar seks işçiliğine dönmelerini gerektirecek bir kısır döngüyü tetiklediğine inanıyor. Seks işçilerinin çarptırılacağı para cezası, Tatiana’nın geldiği kırsal yerde 10-15 günlük çalışmaya eşit.
Kendi deyişiyle Tatiana, diğer pek çoğu gibi, fuhuşa zorla sürüklenmedi – kimsenin mümkün olduğunu kabul etmediği bir ihtimal ama – kendi özgür iradesiyle başladı. Ona günlük hayatında maruz kaldığı şiddete dair bir soru sorduğumda, beklediğimin aksine Tatiana bir seks işçisi olarak gördüğü şiddet hikayelerinden değil, onu küçümseyen ailesi ve yakın çevresinden bahsetmeye başladı.
Tatiana’yla yaptığım röportaj, aklımdan bir yıl boyunca çıkmayan sorularla beni baş başa bıraktı. Dünyanın her köşesindeki feminist hareketleri bölen bir mevzuda kendi fikirlerim üzerine düşündüm. Şimdi biraz beyin jimnastiği yapalım: eğer biz, yani feministler, kadınları güçlendirmek istiyorsak neden onların kırılgan olduklarını farz ediyoruz? “Hayır diyorsam hayır demektir” lafını dünyanın anlaması bizim için çok önemliyse, bir kadının “evet” diyebileceğini ne zaman kabul edeceğiz? Eğer kadın bedeninin mutlak özgürlüğü için çabalıyorsak, fuhuş karşıtı kanunlar da bedeni denetlemenin bir başka şekli değil mi? Ve son olarak, fuhuş yasallaşmadığı ve durumu suiistimal eden kişilere soruşturma açılmadığı sürece, seks işçisi kadınların karşılaştığı şiddetin, seçtikleri işin fıtratında varsayılacağını ne zaman idrak edeceğiz?
Yoksulluk sevdasını Nike ayakkabıları ve yırtık kıyafetleriyle açık bir şekilde belli eden ve sözde “feminist” grup üyelerinden bir kadın, Ukraynalı hemcinslerini bekleyen korkunç kadere dair endişelerini paylaştı. Seks işçiliğinin meşrulaşması halinde ülkenin seks turisti akınına uğrayacağına inanıyordu. Endişelerini anlıyordum. Beyrut’ta barlarda çalıştığım yıllarda, “fiyatın ne kadar?” diye soran sayısız erkek turistle muhatap olmak zorunda kalmış ve her seferinde teklif ve fiziksel tacizlerinden kaçmak için farklı yöntemlere başvurmuştum.
Yine de, süregelen yolsuzluğun, hiçbir yere gitmeyen reform çabalarının ve gittikçe kötüleşen Ukrayna ekonomisinin gayet farkında olmalarına rağmen niye bu modeli seçtiklerini anlamadım. Fikirsel tartışmayı sürdürmek adına önermesini kabul etsem de, Ukrayna’nın İsveç olmadığı aşikar. Ukrayna hükümetinin, İsveç’teki destek mekanizmalarını sunmasının ne kadar düşük bir ihtimal olduğunu belirttiğimde, “feminist” grup üyesi bana ürkekçe yasanın henüz öneri aşamasında olduğunu ve üzerinde çalışılması gerektiğini söyledi.
Onlara karşı çıkan kadınların “uluslararası bir pezevenk örgütü” tarafından yönetilen basit kuklalar olduğuna inanıyordu. Kendisinin de aralarında bulunduğu feministleri cüretkar kedilere, diğer kadınları da itaatkar köpeklere benzetiyordu. Diğerlerinin tacizcilerine sadık kaldıklarını ima ederek onlarla tartışmanın manasız bir hareket olduğunu söyledi. Üstünde pek düşünülmemiş bir yasayı savunan bu “cüretkar” kedi için cesur bir açıklama.
Bu kadının ne kendi grubunun ne de genel feminist hareketinin temsilcisi olduğunu hatırlatarak, yaptıklarını feministlik olarak etiketlemekten imtina ediyorum, çünkü sınıf mücadelesini görmezden geliyor, alternatif yokluğunu umursamıyor, bir kadının kendi rızasıyla aldığı kararlarını ciddiye almıyor, ve en önemlisi fuhuşun yasallaştırılması halinde bu kadınların ihbar edebilecekleri yasal bir güce sahip olacaklarını idrak etmiyor. İşte o anda, (başta Amerikan Hıristiyan Sağının liderlik ettiği ve sonradan Batılı feminist okulların benimsediği) seks işçiliğini kaldırma yasalarını, günümüzde, kadınları gerçekten korumaya çalışmaktan ziyade etik değerler için yüzlerini Batı’ya dönen gelişmekte olan ülkelerdeki orta sınıf feminist aktivistlerin savunduğunu fark ettim.
Bu yasalar ile, Batılı hükümetler tarafından “üçüncü dünya ülkelerinin fakir ve zavallı kadınlarını” kaçakçılık ve istismar tehlikelerinden koruma kisvesi altında yaratılan yasalar aynı. Tehdit ve istismar riski bulunduran çoğu koşulun oluşmasından aslında yasaları sunan hükümetler sorumlu, ve böylesi yasaları destekleyenler, bu zor gerçekle yüzleşmek zorunda. Sınır düzenlemeleri, göçmenlik yasaları ve işçi mevzuatlarıyla kadınlar baskı altında kalıyor. Konu kadın cinselliği üzerine ahlak dersi verme olduğunda azan, ama toprağımızın ve insanımızın yıllarca sömürülmesini telafi etmeye geldiğinde anında yok olan, kurtarma odaklı beyaz hümaniteryanizmin tanıdık bir şekli bu. Kısaca, kendimi ilişkilendir(e)meyeceğim bir hümaniteryanizm.
Aylar sonra, İstanbul’daki küçük solcu kolektif kafemizi kapatırken dışarıda bir grubun öfkeli bir şekilde kavga ettiğini duydum. Türkçeyi sadece anlıyormuş gibi yapıyorum, o yüzden olan bitenin farkına varmak için biraz yardım gerekti. Sonrasında anladım ki, yoldaşım fahişelerin haklarını savunurken geri kalan herkes (hepsi erkek ve kendini anarşist ilan eden bir grup) fuhuşun yasallaşmasının bizim davamızda geri adım atmak anlamına geleceğini iddia ediyormuş. Yasal fuhuş, kadın bedeninin bir eşya gibi pazarlanmasına sebep olacağından “hükümet onu kapitalist bir işletmeye dönüştürür abi.” Yoldaşlarının kısıtlı anlayış kapasitesi karşısında afallayan arkadaşım öfkeyle ortamdan ayrıldı.
Grubun geri kalanlarına, olaya daha pratik bir bakış açısıyla yaklaşmak adına şunu önerdim: kapitalizmin fuhuşu ele geçirmesini engellemek için, anarşistler olarak öz-düzenleyici kurulları olan ve kolektifler tarafından yönetilen genelevleri destekleyebiliriz, aynı zamanda da seks işçiliğinin yasallaşmasını savunarak endüstri içindeki istismarcıları (kanunlara inanmasak da) yasalar nezdinde sorumlu tutabiliriz… Anarşist ortamlarınızda bile erkek dominantlığını gözler önüne seren ve sonuçsuz kalan bir tartışma oldu. Demek ki, kendi yoldaşlarının basit insancıl mantık yürütmesi ve gerçek anarşist örnekler sunması bile kalın maço algılarını değiştirmiyormuş. Bu adamlar, kapitalist sistem tarafından sömürüldüklerine inanmakla birlikte kiralarını çıkarmak için çalıştıkları gündelik işler sırasında, ütopik hayallerini bir kenara koymaya hazırken, kadınların güvenliği ve özgür kararları söz konusu olduğunda idealist bir son nokta koydular.
Gençliğimi geçirdiğim Beyrut’ta, erkek arkadaşımın bana bekaretini bir fahişeye yitirdiğini söylediğini hatırlıyorum – o çok gergin olmasına rağmen kadın çok tatlı davranmış ve ona çok iyi yol göstermiş. Bunu bana söylediğinde çok öfkelenmiş ve ona dokunmaktan bile iğrenmiştim. Duyduğum en berbat şeydi ve bunu olumlu bir tecrübe olarak gördüğü için sanırım ondan daha da çok nefret etmiştim. Bir sebebi olmasa da kadından da nefret ettim, varlığının fikri bile bende nefret uyandırmıştı – onu bir insan olarak görmedim.
Toplumun bana öğrettiği tepkileri bünyemden silmek; yıllar süren kişisel gelişim, inandığım her şeyi sorgulama ve sahip olduğum her duygu ve fikri sorgulamayı gerektirdi. Cinselliğimi, doğru ve yanlış kavramlarımı, kendi fikirlerimde kalıntılarına rastladığım toplumun bana dayattığı dini konseptleri, sindirdiğim Batı değerlerini keşfettiğim yıllar.
2016’da Chez Maurice adındaki genelevin hikayesini duydum. Beyrut’un kuzeyindeki bu geneleve 75 kadın hapsedilmiş ve seks işçiliğine zorlanmıştı. Şansa, birkaç kadın kaçmayı başarmış ve bir otobüs sürücüsünün de yardımıyla polis istasyonuna gidip başlarından geçen korku dolu hikayeleri anlatmışlardı. Çalışma vizesi ve düzgün bir iş vaadiyle çoğunluğu savaş bölgelerinden kaçak getirilen kadınlar, polisin mekana baskınıyla kurtarıldı. Chez Maurice’in sahibiyle tüm çete liderleri serbest bırakıldı ve muhtemelen şu an “iş”lerine devam ediyorlar. Suriye rejimine yakından bağlı elebaşların (bir tanesi eskiden Suriye hava kuvvetleri istihbaratında sorgulayıcıydı) bu kadar uzun yıllar “gözden kaçmış” olmasına Lübnanlı yetkililer “şok oldu.” Ben şahsen olmadım.
Batı, gelişmekte olan ülkelerde sürdürdüğü baskın ve kurtarma operasyonlarının etik önemini meşrulaştırmak için bu ve benzeri hikayeleri kullanıyor. Prabha Kotiswaran kaçakçılığı önlemek için yaptığı araştırmalar kapsamında bu tür hikayeleri “cinsel hümaniteryanizm” diye adlandırıyor. Uluslararası kuruluşların kaçakçılık, seks işçiliği için kaçakçılık ve seks işçiliği kavramlarının hepsini birbirine karıştırarak nasıl lağvetme yasalarının propagandasını yaptıklarını anlatıyor. Genelde Chez Maurice gibi hikayeler fuhuşu her kadının cehennemiymiş gibi tasvir ediyor ve bu vakalar ekseriyetle fuhuşun etik yanlışlığını savunmak için kullanılıyor. Aslında onun haricindeki her şey yanlış.
Ülkemize bir göçmen geldiğinde, sınırları kapatarak onları kaçakçılık çetelerine karşı korumasız bırakıyoruz. Bir işçi yasal yollarla geldiğinde onu Kafala sistemimizle (ç.n.: çoğu Arap ülkesinde geçerli, kefillik sistemine dayalı işçi çalıştırma yasaları) köleleştiriyoruz. Kadınlar, göçenler veya seks işçileri güvenliklerini talep etmek için tacizcilerini kollayan savaş ağalarına ve rüşvet yiyen politikacılara gidiyorlar. Kadınlar bir problemi bildirdiklerinde hapse tıkılıp sicillerine kalıcı bir kayıt düşülürken, tacizcileri özgürce geziyor… Ve son olarak, Chez Maurice’teki kadınlarla ilgilenen lağvetme taraftarı organizasyonumuz KAFA (http://www.kafa.org.lb) gibi, kadınları kurtarmaya gelen yerel feminist örgütler tavsiye için yüzlerini batıya ve onların sözde ilerici gündemlerine çeviriyorlar. Uluslararası örgüt ve STK’ların kurduğu bir komplo, Ukraynalı muhatabımın tarif ettiği ne olduğu belirsiz bir pezevenkler yığınından çok daha olası geliyor kulağa.
Frantz Fanon’un bize hatırlattığı üzere, sömürgeci diskurlar sömürgeleştirilmişlerin düşünce ve davranışlarına derinlemesine işlemiş durumda. Sömürgeleşmiş ülkelerdeki insanların çabalarını görmezden gelen Batılı devlet yasalarını kullanarak insan kaçakçılığı ve seks işçiliğiyle savaşmayacağız. Seks işçiliğini tamamen kabul etmeyen yasaları savunduğumuz, kadınların tercihlerini desteklemediğimiz ve suiistimal durumunda yasal işlem başlatmayı mümkün kılmadığımız sürece kadınların güvenliğini sağlamayacağız. Feministliğin tümüyle kapsayıcı bir halini benimsemediğimiz müddetçe Ukrayna’da kadın ticareti asla azalmayacak, Türkiye tüm insan kaçakçılığı rotalarında yer almaya devam edecek ve Lübnan orada yaşayan herkes için cehennemi yaşatmaya devam edecek.