Sahiplerine Kavuştu: İstiklal Caddesinin Kuirleşmesi
Çeviren: Aslı Altınışık
Bu makalenin orijinali 11 Haziran 2019 tarihinde spex.de adresinde Almanca olarak yayınlandı.
İstanbul tam anlamıyla bir metropol. Roma, Bizans ve Osmanlı olmak üzere üç mega imparatorluğun başkenti olan bu şehir uğruna çok kan döküldüğü su götürmez bir gerçek. Günümüzde tüm iç göçün nihai varış noktası olmasının yanı sıra, dışarıdan gelen göçler için de önemli bir merkez. Hatta yirminci yüzyıl Anadolu halk kültürüne göre İstanbul’un “taşı toprağı altın.” Türk Rüyası’nın sembolü ve “köşeyi dönülecek” yer. Ve bunlar, üniversitelerde okumaya gelen öğrencilerden, geçimini sağlamaya çalışan işçilere, veya sadece daha iyi bir gelecek hayaliyle bulunduğu yerden ayrılıp gelenlere kadar herkes için geçerli. Kültür üstüne kültürle katmanlandırılmış İstanbul, içinde barındırdığı sayısız hikayesiyle bir Pandora’nın kutusu. Ve her mega şehir gibi İstanbul da onu miras alan insanlar ve onların ideolojileriyle yontuldu, değiştirildi ve dönüştürüldü—ki bu ideolojiler sadece fikir ve davranışları değil, binalar, mahalleler, parklar ve caddeleri de şekillendirmede çok etkili.
Beyoğlu, ve oranın ismiyle müsemma İstiklal Caddesi, şehrin en sık değişime uğrayan bölgelerinden biri. Özgürlük anlamına gelen caddenin adı, Müttefik işgali ve Osmanlı İmparatorluğu’nun sonuna tekabül eden Kurtuluş Savaşı’yla doğrudan alakalı. Eskiden ismi Cadde-i Kebir olan caddenin bir diğer adı olan Rue de Pera. Bu isim ise, Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında Avrupa’nın artan hakimiyetini yansıtıyor. Az önce de belirttiğim gibi, caddelerin zaman içinde şekil değiştirmesi bu şekilde vuku buluyor.
Modern Türkiye bağlamında İstiklal Caddesi, kafelerin, barların, sinemaların ve konser mekanlarının bulunduğu, sosyal hayatın canlı olduğu ve turist merkezi olacak bir yer olarak hayal edilmişti. İstiklal Caddesi, öğrenciler, sanatçılar, aşıklar ve tabii ki kısa bir yürüyüş ardından ülkeye dair Oryantalist bir özet çıkarımayı uman turistlerden oluşan çok renkli bir kalabalığa, başarılı olarak ev sahipliği yaptı. Cadde hala çok popüler—ama bir farkla: AKP’nin İstanbul’daki çeyrek yüzyıllık hizmet süresi, seküler elit kesim tarafından dışlanan muhafazakâr İstanbullular için, kamusal alanların geri kazanılması gerektiğini öne sürdü. Bu mekânsal geri kazanım çoğu zaman polis vahşeti, yoğunlaşan neoliberal politikalar ve sonu gelmeyen bir kentsel dönüşüm furyası aracılığıyla gerçekleşti. Zaten İstiklal Caddesi, iki zıt ideoloji arasındaki kültürel savaşlarda uzun bir süredir AKP’nin en önemli projelerinden biri; aynı zamanda da 2013’teki Gezi protestolarından ve 2016’daki başarısız darbe girişiminden sonra AKP’nin yürürlüğe soktuğu katı güvenlik önlemlerinin odak noktası. Hala silahlarıyla etrafta gezinen özel polisi, ekstra güvenlik kontrolü noktalarını, ve park halindeki veya sokaklarda dolanan askeri araçları görmek mümkün. Ayrıca cadde, Pride (Onur Yürüyüşü), 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü, 1 Mayıs kutlamaları ve Cumartesi Anneleri gösterilerine hala kapalı. Dolayısıyla tüm bu baskıcı önlemler, süregelen kentsel dönüşüm ve işletmelere yönelik yenilenen ticari vergi düzenlemeleri, bazı İstanbulluların “hala laik” olan Kadıköy’e göç etmelerine önayak oldu.
Ülkenin laik kesiminin İstiklal Caddesi’ne olan kültürel, psikolojik ve duygusal bağlarını incelemek büyük önem taşıyor. Bu kesim için Beyoğlu’nu AKP’ye kaybetmek ile “istilacılara” kaybetmek aynı anlama geliyor ve bu görüşlerini dile getirirken çoğunlukla Suriyeli ve Arap turistlere karşı ırkçı ifadeler kullanıyorlar. Modern olmak, Batı taraftarı ve Ortadoğu karşıtlığını getirdiğinden, caddenin değişen demografisi, laik Türkiye için tehlike arz ediyor. 2014-2017 arasındaki bombalamalardan sonra caddeye daimi olarak konuşlanan polis bir yana, AKP’nin yürürlüğe soktuğu bazı uygulamalar yüzünden küçük işletmelerin tutunmalarının zorlaştığı aşikar. Fakat şu sıralarda “İstiklal bitti” lafı o kadar sık kullanılmaya başlandı ki bir deyim haline geldi. Bu şikayetler, Arap/Afgan/mülteci karşıtı hissiyatları gizleyen söylemler haline gelmeye başladı. Bu söylemlerin temelini oluşturan ve ırkçı bir boyut kazanmış olan İslamofobi, aynı zamanda beyaz Türklerin Kadıköy’e kaçışının esas nedenlerinden de biri. Suriyelilerin görünürlüğü, “ilerici” Türk solunun yeni yıl kutlamaları sırasında öfkelenmelerine neden oldu. Şunu da belirtmek gerekir ki bu solcu grupların çoğu, Suriye’nin bağımsızlık bayrağına, ÖSO bayrağı diyecek kadar da yanlış bilgi sahibiydi. Son seçimlerde CHP’nin adayı İmamoğlu’nun seçilmesinin akabinde Türkiye’nin laik elit kesimi içinde artarak tezahür eden ırkçı söylemler ise endişe uyandırdı.
Ama işin aslı şu ki, şehirler pek çok katmandan oluşur. Çoğu zaman, bir mahalleye hayat katmak için en fazla çaba sarf edenler aynı zamanda da en az takdiri topluyor. Laik orta sınıf İstiklal Caddesi’nin kaymağını yerken, hor görülen topluluklar caddeye özgün bir ruh katabilmek için çalışıyorlardı. Bu topluluklar, İstiklal Caddesi’ndeki kuir camiadan, barlarda çalışanlardan ve başka şehir veya ülkelerden kelimenin tam anlamıyla hayatta kalmak için buraya gelenlerden oluşuyor. Kentsel dönüşümün, gittikçe artan polislerin ve Beyoğlu’ndaki neoliberal yapılanmanın bedelini en ağır ödeyen kesim de işte bu savunmasız gruplar. Ayrıcalıklı gruplar kendi zevklerine göre dönüştürecekleri yeni yerlerle yelken açarken, değişimin mağdurları ideolojik bir pinpon müsabakasının tüm sonuçlarına katlanıyorlar.
80’lerin sonlarından beri Beyoğlu LGBTQI+ topluluğu için en önemli yerlerden biri oldu. Taşranın tutuculuğunun aksine buradaki mekanlar, çoğu kuir göçmen için küçük kasabalardaki yargılayıcı bakışlardan kaçma fırsatı sundu. Beyoğlu hiçbir zaman tamamen güvenli olmasa da, bu toplulukların hayatta kalabileceği bir yer olageldi. Onlar için bir ev işlevi gördü ve topluluğun pek çok “ilk”i burada gerçekleşti: ilk kulüpler, ilk protestolar, ilk organizasyonlar ve ilk pride yürüyüşü gibi. Görünür olmasa da, hep muhalif hareketlere ev sahipliği yaptı ve aslında İstiklal Caddesi’nin bugünkü kıvamına gelmesini sağlayan da bu oluşum oldu: “çeşitli ve renkli” sesleriyle ünlü bir cadde. Bugün sokaklarda mayoyla gezebiliyorsanız bunu bu topluluğa borçlusunuz.
Bir zamanlar Beyoğlu’nda takılan orta sınıf, eğlencelerine devam etmek ve muhiti sonuna kadar kentsel dönüşüme uğratmak için Kadıköy’e taşındıktan sonra, gerçek dönüştürücülerin işe koyulması şaşırtıcı olmadı. Önceleri “heteroseksüel” kabul edilen mekanlarda kuir partiler ve benzeri aktivitelerin gittikçe daha fazla düzenlenmesi, hetero (straight) mekanlarda çalmaya başlayan toplumsal cinsiyet kalıplarına uymayan DJ sayılarındaki artış ve Beyoğlu’nun “ana akım” bölgelerinde yeni kuir mekanların açılması, şehrin kuir camiasına ne kadar borçlu olduğunu gösteriyor. Bu topluluğun çabaları olmasaydı ve varlığını her şeye rağmen sürdürmeseydi, çeşitliliğin merkezi olan Beyoğlu tarihin derinliklerine gömülüp sadece turistlerin gittiği bir alışveriş merkezine dönüşebilirdi.
Tabii ki sansürler, yasaklar ve tüm baskılar, şehirde daimi bir hayatta kalma savaşı veren topluluklar için zorluklar yaratıyor. Ama mevzu hayatta kalmak olunca, İstanbul’daki politik farkındalığı en yüksek ve en aktif topluluklardan biri olan LGBTQI+ caminasının tüm olayı yaratıcılık. 2015’ten beri Pride yürüyüşü resmi olarak yasak ve bu yasak kaldırılacak mı belli değil. Ama yasak getirildiğinde bile bu grup politik bir yaratıcılık örneği sergilemiş ve Pride komitesi 2016’da bir basın açıklaması yaparak artık şehrin her köşesine yayılacaklarını beyan etmişti. Bugünlerde ise müzik ve partiler vasıtasıyla zamanında sadece heteroların gittiği mekanlara sızıyorlar.
Tabii ki baştan beri Beyoğlu’nda kuir mekanlar vardı, ama ana akımın bir parçası haline gelmeleri nispeten yeni bir gelişme—ve bunu ne gizlice yaptılar, ne de süreç sırasında asimile oldular. Kuir camiası, eskiden güvende kalmak için tırnaklarıyla kazdıkları bölgelerde mahsurdular. Şimdiyse şehrin ortasında kuir barlar var ve kapıları herkese açık; daha doğrusu, saygılı olan ve ayrımcılık yapmayan herkese. Örneğin Üzüm Derin Solak isimli trans kadının işlettiği Şahika Teras, Beyoğlu gece hayatının kalbi olan Nevizade’de yer alıyor. Nevizade aynı zamanda indie/elektronik müzikseverlerin, punk’ların ve dans sevdalılarının Beyoğlu’nda en sevdiği, oranın en eski barlarından olan Peyote ve Gizli Bahçe’ye de ev sahipliği yapıyor. Bir diğer örnek ise Ziba, ki bu bar da çoğunlukla kuir olan müdavimleriyle biliniyor. Ziba’yla aynı sokağı paylaşan canlı performans mekânı Anahit Sahne’deyse Queerwaves isimli DJ kolektifinin DJ kabininde yer aldığı kuir partiler düzenli olarak yapılıyor ve meşhur drag lip-sync şovu Dudakların Cengi düzenleniyor.
Bir süredir İstanbul’daki çeşitli etkinliklerde ve barlarda çalan trans kadın DJ Şevval Kılıç’ın bana söylediğine göre, İstiklal Caddesi’ndeki kuir bireylerin ve mekanların gittikçe artan görünürlüğünün arkasında yatan neden, “ayrıcalıklı kesimin Kadıköy’e intikal etmiş olması. Dolayısıyla muhit bir kez daha asıl sahiplerine kaldı: kuirlere.” Buradaki çoğu insan, kendi geldikleri yerdeki baskıcı ortamdan kaçmak, benzer kafadaki insanlarla bir araya gelmek ve bir topluluk olmak için buradalar.
Beyoğlu her idarecisi tarafından eğlence ve turizm merkezi olarak görüldü, ama bu durumun bir de arka planı var. Türk filmlerinde yer alan tipik görüntüleri, ana akım medyadaki temsili ve politik söylemdeki yeri ile Beyoğlu’nun arka sokakları, mazlumları ağırlayan bir yeraltı dünyası. Travestiler, fahişeler, dilenciler ve mülteciler gibi “ucube”lerle dolu “yozlaşmış” bir dünya. Şehrin “karanlık yüzü”nün bir örneği—evet, göremeyenler için kesinlikle karanlık.
Teju Cole, Open City isimli kitabında şöyle yazıyor: “Şehirlerin sağı solu belli olmaz. Basmakalıp yargılar üzerinde ısrar etmeyi bıraktığınız anda ise gerçekten görmeye başlayabilirsiniz.” Gözünün önünde duranın haricindekini görmek tabii ki zor bir iş; özellikle de İstiklal Caddesi gibi, istenmeyenin gizlenmesi için tasarlanmış caddelerde—gerek laik Batılı bir vitrin arkasında olsun, gerekse AKP’nin para magneti AVM’leri arkasında. Her halükarda şehrin esas kurucuları, usule uygun ve yapısal değişiklikler kisvesi altında harcanıyor. Pisliği halının altına süpürür gibi, tüm düzenlemeler sadece şehrin dış görüntüsünü parlatmaya yönelik yapılıyor. Bu değişikliklerden rahatsız ama başka bir yere taşınacak kadar da ayrıcalıklı olanlarsa, çok da fazla ter dökmeden şehirden ayrılabiliyor. Julia Kristeva’nın iğrençlik (abject) kavramında bahsettiği gibi, istenmeyen, tiksindiren, ilkel olan ve mükemmel bir şekilde tasarlanmış ve işleyen baskın kültüre uymayan herkes, İstiklal Caddesi’nde bastırılıyor. Ama bu kişiler her zaman geri dönüyor, çünkü şehri dönüştüren gerçek güç onlar. Düzenlemelere direniyor ve tektipleştirmeler sonlanana kadar konfor alanlarının sınırlarını zorluyorlar. Direnmek bu değilse neye denir ki?